Her şeyin açık olduğu söylenir. Bilgiye ulaşmanın kolaylaştığı, sınırların kalktığı, soruların sadece bir tık uzağında olduğu anlatılır. Ama bir süre sonra anlarsın—her şeyin ortada olması, her şeyin anlaşılır olduğu anlamına gelmez. Görünen çoğu şey, başka bir şeyin yerine konmuştur. Bazı yapılar bilgi sunmaz, yalnızca dikkat dağıtır. Bazı cevaplar, soruları susturmak için vardır.
Çoğu insan bir yapıdan doğruluk bekler. Kurallardan mantık, sistemlerden şeffaflık. Ama her yapı, kendi içinde bir çelişki barındırır. Her sistem, bazı şeyleri saklamak üzerine kuruludur. Bu, kötü niyetli olduğu için değil, kendi varlığını korumak için böyledir. Ve bunu fark ettiğinde, artık sistemin içinde kalarak düşünemezsin. Çerçevenin dışına çıkmak zorunda kalırsın. Orası karışıktır, gri ve belirsiz. Ama aynı zamanda gerçekliğe en yakın yerdir.
Anladığın şeyleri anlatma ihtiyacı duymazsın artık. Dilin yetmediğini görürsün. Anlatılan her şey biraz eksik kalır. Bazı şeyler sadece yaşanır. Sessizlik bazen açıklamadan daha net bir iz bırakır. Ve zamanla konuşmamayı, savunmamayı, açıklamamayı öğrenirsin. Bu, kibir değil. Bu, açıklamanın anlamı eksilteceğini fark etmekten gelir.
Herkes aynı yöne bakarken başka bir yerde durmak kolay değildir. Düşünmek, gözlerini açmakla başlamaz; neye bakacağını seçmekle başlar. Kalabalığın içinde herkes bir şey arar ama ne aradığını pek azı bilir. Çoğu zaman aradığın şey, sana öğretilmiş olandan başka bir şeydir. Ve bir gün, farkında olmadan kendini o sınırların dışında bulursun. O anda geri dönemezsin artık. Gördüğünü unutmadan yaşamaya devam edemezsin.
Sistemi olduğu gibi kabul etmek kolaydır. Sadece verilenle yetinmek, yalnızca izin verilen alanlarda dolaşmak konforludur. Ama bazı insanlar için bu yeterli olmaz. Her şeyin neden böyle olduğunu sormadan duramazlar. Düzenin çatlaklarını görmek isterler. Görünmeyeni hissetmek. Açıklanmayanı çözmek. Her şeyi tanımlanmış biçimiyle değil, işleyişiyle anlamak. Ve bu arayışın içinde, zamanla çözmek için önce bozmak gerektiğini öğrenirler. Bozmak, yok etmek için değil. Anlamak için. Kurcalamak, itiraz etmek, sessizce izleyip sonra yön değiştirmek… Hepsi içgüdüsel bir dürtüdür. Bu yol, başkalarına açıklanmak için yaşanmaz. Herkesin anlayacağı bir dilde değil, herkesin içine dokunan bir sessizlikte yürünür. Dışarıdan bakıldığında yalnız, içeriden bakıldığında çok sesli bir yoldur bu. Herkesin kendi sorusu vardır. Kimi satırlarda, kimi sistemlerde, kimi sadece bir boşlukta o soruyu kovalar. Ve o sorunun peşinden gitmek, seni dünyaya yabancılaştırmaz. Seni kendine yaklaştırır.
Bazen tek bir satır, tek bir davranış biçimi, bir sistemin yapısını sana anlatabilir. Çünkü artık görme biçimin değişmiştir. Ne çalıştığına değil, nasıl çalıştığına bakarsın. Ne söylendiğine değil, neden söylendiğine. Bu farkındalık, bir bilgi değil; bir bilinç hâlidir. Ve bu bilinç, seni kalabalığın ortasında da yalnız hissettirir. Çünkü artık senin için gerçek başka yerde başlar.
Her şey tanımlandığı sürece güvenlidir. Ama bazı şeyler tanımsız kalmalıdır. Çünkü adı konduğunda sınır çizer. Oysa biz sınır çizmek için değil, sınırları aşmak için buradayız. Ne olduğumuzu açıklamak istemeyiz çünkü açıklama, içerdiği şeyi daraltır. Anlatmaya çalıştıkça eksilir. O yüzden çoğu zaman susarız. Ama susmak, boşluk değildir. Sessizlik bazen en net duruştur.
Bu bir kulüp değil, bir bayrak taşıma hali değil. Kimseye kanıtlamak zorunda değilsin. Yalnız yürüyorsan, doğru yerdesin. Çünkü en gerçek fikirler, en yalnız anlardan doğar. Kimse duymasa da sen duymaya devam edersin. Kimse inanmasa da sen sorgulamayı bırakamazsın. Ve bu seni diğerlerinden ayırmaz—sadece seni kendine yaklaştırır.
Herkes kendine göre bir sebep bulur burada. Kimisi içini susturmak için, kimisi dünyayı anlamak için. Ama herkes bir şey arıyordur. Belki ne aradığını hâlâ bilmiyorsundur. Ama artık aramadan duramıyorsundur. Ve bu, zaten başlamış olduğun anlamına gelir.
Çünkü bazı şeyler sadece hissedilir. Ve hissedilen şey, artık inkar edilemez.